Düşünce okuyan makine yaptılar


Amerikalı bilim adamları, düşünce okuyan bir makine geliştirdi. Gelişmiş bir MRI tarayıcısı olan cihaz, beynin faaliyete geçen bölgelerine göre ne düşündüğünü saptıyor.

PITSSBURGH’daki Carnegie Mellon Üniversitesi’nde yeni geliştirilen makineyle yapılan deneylerde, deneklere bir alet veya bina çizimleri gösterilip birini düşünmeleri istendi. Makine, düşünülenin sadece alet veya bina olduğunu değil, hangi alet veya hangi bina olduğunu da yüzde 97 başarıyla tespit etti. Farklı objeleri ayırmaya yarayan bu teknik, ilk kez kullanılıyor.

Deney sırasında, bilgiyi değerlendirme işlemi yapan beyinde, birçok bölgenin aktif hale geçtiği de saptandı. Şu anda çalışmalar sınırlı kalmasına karşın, bilim adamları, ileride beyinde oluşan herhangi bir düşüncenin tamamının bile okunabileceğini söylediler. Bu tekniğin tıpta da kullanabilineceği, örneğin, otistiklerin iç dünyasını anlamaya yardımcı olabileceği belirtildi. Araştırma ve deneyleri yöneten Prof. Marcel Just, "Otistikler, diğer insanları farklı bir şekilde algılıyor ve bunu karekterize etmek çok zor. Bu yöntem, tanımlama yapmamıza yardımcı olacak" dedi.

Ayrıca, bu yöntemin kullanma alanının genişletilebileceği, yalan testlerinde kullanılabileceği gibi, polisin de bu sayede daha suç işlenmeden failini yakalayabileceği belirtiliyor. Benzer konu, başrolünü Tom Cruise’nin üstlendiği, "Azınlık Raporu" adlı filmde işlenmişti.

Bu günlerde insan beynine ve gücünü merak ediyorsanız, aşağıdaki linkte enteresan!

http://olumludusun.tr.gg/Dr-.-Jill-Bolte-Taylor-.htm

MASSTE

Değişen, zaman içinde yeniden, yeniden tanımlanan; ancak dil kurma, fikri, duyguyu ve anlamı taşıma işlevini hiç terketmeyen bir alan grafik tasarım.

Tasarım, insanın var olmak için ürettiği ilk şeyle başladı. Korunmak, avlanmak için silah olarak kullanmak üzere bir taşın sivriltilmesiydi insanoğlunun ilk tasarımı. Bir taş doğadaki fonksiyonunun tamamen dışında, aklın ve insan emeğinin katılmasıyla insanın varlığını korumaya yarayan bir silaha dönüştü. Bu nedenle taş; şiddet, güven, korku, sağlamlık, güçlülük, duygu anlamların imgesi oluverdi bin yıllar boyu.

İnsanoğlu, varoluşunu, aile ve toplum oluşturma sürecinde ihtiyaç duyduğu iletişim ve dil sorununu öncelikle grafikle, hiyeroglifle çözdü. Tüm mesajlar yaşamsaldı. Doğru iletilmeli, doğru anlaşılmalıydı. Ve mesajlar tümüyle yalın, netti. Tarih boyunca hayatı yeniden tasarlama sürecinde insanoğlunun, görsel sanatlar, sanatsal varoluşunun öncesinde, bir dil, bir paradigma olarak varoldu.

İçinde yaşadığımız tamamıyla tasarlanmış çevre olmasa, fizik olarak yaşamamızın da pek mümkün görünmediği serüven böyle başladı.

Böyle başladı, bugün ulaştığımız estetik algı düzeyi, toplumsal iletişim araçlarının becerileri, onlara yüklenen misyonun evrensel kapsayıcı yanı. Ve bu araçların görevlerini aşan becerileri (televizyon gibi, internet gibi), oluşturdukları yeni dünyalar böyle başladı.

Bu uzun serüvende iletişim araçlarının ilki diyebileceğimiz grafik ve endüstriyel tasarım ile ilgili tüm ilk bilgileri de kaçınılmaz olarak doğadan aldık. Ona aklımızı ve ruhumuzu, düşlerimizi kattık. Taşa yüklediğimiz anlamlar gibi, tasarlanan her nesne yeniden varoldu. Renkleri de anlamlandırdık. Bize hissettirdiklerini yeniden yeniden tarif ettik. Espası, ritmi, sıklıkları ya da boşlukları, tekrarların oluşturduğu büyüleyici gücü, yahut tutkunun biçimlerini, hüznün çizgilerini, coşkunun kıvrak yansımalarını, ya da saklı tuzaklarını tekrar tekrar oluşturduk.

Tasarlanmış her ürün kullanıldığı alanı ve ilişkileri içinde yeniden renk, yeniden biçim, başka misyonlar, yüklendi. Farklı imgeler ve farklı duygulara çağrışımlar oluşturdu.

Kendimize bir dil kurduk. Ta sürecin başladığı tarihten bugüne insanoğlunun görsel algısı işitsel algısından daha önce geliyordu. Çünkü taş sertti, öldürücü, koruyucuydu. Ateşi keşfetti insan. Sıcaktı, yakıcıydı, ancak ısıtıyor, soğuktan koruyordu. Yani her nesne, olgu işlevine göre kendini bir başka boyutta anlatıyordu.


Biz nesnelerin yeniden üretimlerinde, bu bize anlattığı anlamları, imgeleri alıp kendimize renklerden, biçimlerden, formların dünyasından yeni bir dil oluşturduk. Bu dili bugün fabrikada üretilmiş ürünün imgesel, fonksiyonel ve bizim için soyut anlamını da tarifte kullanıyoruz.

Yani aslında kendi başına yeterli bir anlam ve anlatım gücü taşımayan “güzel, ya da çirkin bir renk”, “karmaşık bir desen”, “fazla iri bir imaj”, “çok soğuk bir tipografi” gibi yorumların ötesinde ürünün simgesel ve fonksiyonel anlamının ifadesi için gerekli renk ve biçimleri kurguluyoruz. Ürünün içinde varolması planlanan algı ve duyguların dünyasında kendi kişiliğini oluşturmasına gayret ediyoruz. Bu nedenle de ilk çağlardan bugüne hiyeroglifle, grafikle başlayan görsel anlatımın zaman içinde oluşan prensiplerini, alfabesini kullanıyoruz. Tıpkı “yeşil” bilgisini bir diğerine yazarak anlatırken “y-e-ş-i-l” harflerini tam da bu sıraya göre dizdiğimiz gibi.

Ve tabii ki kullandığımız dil ancak ortak-yakın olduğunda grafik ve estetik düzenlemenin iletişimdeki başarısından söz edebiliyoruz. Yani tam da Türkçe bilmeyen birine hakkında bir sürü şey bilse de “y-e-ş-i-l” dizilişinin hiçbir şey ifade etmeyeceği gibi.

Sanırım hepimizin içinde birlikte ürettiğimiz ve tükettiğimiz; kısaca kendimizi var ettiğimiz iletişim dünyasında tüm kurum ve bireyleriyle kullandığımız dili daha gelişkin, daha yetenekli kılmaya ihtiyacımız var. Yoksa sadece Arapça dinlediği için onun dinsel bir metin olduğunu düşünen ve duygulanan, ibadet moduna giren, hatta ibadetini yerine getirdiğini düşünen kimi büyüklerimize benzememiz çok mümkün.

Elbette iletişim dünyasında üretim içinde olan bizler üzerinde zaten ortaklaşılmış bir dili kullanıyoruz. Ancak kavramlar ve bilgiler daha iyi paylaşıldığı, daha çok ortaklaşıldığı sürece kullandığımız dilin ifade gücü çok daha yetkin oluyor.

Binlerce yıllık bir serüvenden bize akan büyüleyici bir birikim var. Tüm bu birikimin en azından bir parçasına ulaşabildiğimizde sadece aynı dili kullanan insanlar olmanın ötesinde birbirine anlamlar katan insanlar da oluyoruz.

Zaten Masste de tam bu amaca yönelik bir girişim. Bu benim Masste’deki ilk yazım. Ama elinizdeki bu gazete okuduğum 9. sayı... Çok şey öğrendim. Fikrin sahiplerine ve üretenlerine bir kez de buradan teşekkür ederim.

Evet bir aklıevvel bir taşla uğraşmış, serüven başlamış. Ve devam edecek... :))

A. UĞUR ALPARSLAN, MASSTE, 9. SAYI, ŞUBAT 2001

Bienal




2leep